Hayalet toplama kampı: Gulag
GULAG Nedir?
GULAG: Sovyetler Birliği’nde tutukluların bedava iş gücünden yararlanarak hayata koymak istedikleri projeleri ekonomik maliyet bakımından en aşağı indirgeyerek yerine getiren toplama kamplarıdır. Gulag bir kısaltmadır: Glavnoye Upravleniye Lagorey yani Ana Kamp İdaresi’dir (Applebaum: 2008: XV).
Soljenitsin GULAG’ı kanalizasyona ve dehşetin kutbuna benzetmiştir. Yine Soljenitsin’e göre GULAG, “… Ana ülkenin bağrında kuruludur. İkisi iç içe sarmaş dolaştır. Takım Adaları ana ülkenin şehirlerine, sokaklarına hâkim olmuş, nüfuzunu her tarafa yaymış olmasına rağmen birçokları için bilinmez kalmayı başarmıştır …” (Soljenitsin, 1974 ). Bu belirsizliğin nedeni çok açıktır: Sovyet toplama kamplarının yaşamı diğer toplama kamplarının yaşamına oranla çok gizli tutulmuştur. Arşivler kapalıdır. Kamp alanlarına giriş yasaktır ve kaynaklar da doğal olarak yetersizdir. Buradaki yaşamı ancak kamptan kurtulanların edebi kanıtlarına ve yayınlanan belgelere dayanarak anlatabiliriz. Bu gizlilik Soljenitsin’in Gulag Takım Adaları adlı romanında şu şekilde betimlenmektedir: “…şu esrarengiz Takımadalarına nasıl gidilir? Orası için her saat başı uçak kalkar, vapur, tren gider. Fakat hiçbirinin üzerinde gideceği yerin adı yazılı değildir. Bilet gişesindeki memurdan, Sovturist veya İnturist acentesinden orası için bilet kestirmek isterseniz, yüzünüze hayretle bakarlar. Ne tümünden ne de tekinden haberleri vardır. Bu adaların isimlerini bile duymamışlardır (Soljenitsin: 1974:15).
1949 yılında “Tabiat” isimli dergideki bir not Soljenitsin ve arkadaşlarının dikkatini çeker. Bir kazı ile ilgili olan bu notta buzulların altından çıkan eski hayvan varlığı örneklerinde bozulma olmadığı ve oradaki hayvanlara keyifli yiyecek olduğu yazmaktadır. Bu notta Soljenitsin ve arkadaşlarının bu keyifli yiyeceğin aslında hayvan varlığı değil de bir zamanlar kendilerinin de aynı koşullarda ve belki de aynı sonda olacaklarını bildiği kamptaki kişilerin varlığı olduğunu anlamışlardır (Soljenitsin: 1974: 9).
Soljenitsin bu kazı için eserinde şunları söylemiştir:
“Donmuş balığın uzun süre saklanabileceği haberi “Tabiat” dergisi okuyucularından çok azını şaşırtmış olabilir ancak pervasızca kaleme alınan yazının esas anlamını, bunlardan kaçı anlamıştır acaba? Biz hemen anladık. Buz kırmadaki gayreti, insanların itişip kakışmalarını, sağlık ilmine boş verilerek binlerce yıl toprak altında kalan etin sürüklenişini, ateşte buzdan arınmasını ve yenmesini, kısaca bütün sahneyi, orada imişiz gibi görüyorduk.”(Soljenitsin: 1974: 9).
Tutuklananlar için GULAG; soruşturmalar, ısıtmasız hayvan vagonlarında ulaşım, zorla çalıştırma, işkenceler, ailelerin parçalanması, sürgünde geçirilen yıllar ve ölümler demekti ya da tamamen tutukluların dediği gibi “kıyma makinesi” idi (Applebaum: 2008: XV).
Jacques Rossi ise Gulag’ı “GULAG, insanları sadece kendileri için yaşayacak ve açlık çekecek hale getiren, onlara işkence eden, çalışmaktan başka şey düşünmeyen, uysal, tükenmiş, kokulu kitlelere dönüştürmek için tasarlanmıştır.” diye tanımlamıştır (Rossi “Gulag Handbook” sf. 5).,
Gregory, Lazorev “The Forced Labor in the Soviet Union”adlı eserinde GULAG’ın SSCB’nin inandığı ve uygulamaya konulması gerektiğini varsaydığı projeleri gerçekleştirmek üzere tasarlanmış olduğunu söyler ve “…Gulag, Sovyet Terör Devleti’nin damıtımına dönüşmüş olan kamplardır.” şeklinde tanımlamaktadır (Lazorev. “The Forced Labor in the Soviet Union” 2003).
Jerry Amster soğuk savaş döneminde GULAG kampına yollanan ve kamptan kaçmayı başaran bir mahkûmdu. O da GULAG’ı cehennemin dünyadaki karşılığı olarak tanımlamıştır. Ve ona göre en büyük hapishane GULAG değil, Sovyet Cumhuriyeti idi (Kâbusa Dönen Yolculuklar- Gulag’dan Kaçış, 2018: dk.23.34).
Gulag’ın menşeiline bakacak olursak, GULAG, 1918’de Lenin’in emri olan “güvenilmez unsurların” kentlerin dışındaki toplama kamplarına kapatılması emri ile başladığını söyleyebiliriz. GULAG’ın tarihsel kökenleri Çarlık Rusyası’nda, Sibirya’da kurulu olan çalışma taburlarına dayanmaktadır. Rus İhtilali’nden sonra devlet tarafından yasalar ile daha sıkı kontrol altına alınmıştır ve Sovyetler Birliği’nin çok önemli bir parçası haline gelmiştir. Bu süreçte birçok aristokrat ve tüccar “potansiyel düşman” olarak nitelendirilerek tutuklanmıştır (Soljenitsin: 1974: 35).
1937-1938 yıllarında gerçekleşen ve Soljenitsin’ in tabiriyle “1937-1938 akıntısı” üç büyük tutuklamadan ikincisiydi (Soljenitsin: 1974: 33).
İlk periyod 1929-1930 yıllarında gerçekleşmiş olup Soljenitsin’in vermiş olduğu rakama göre on beş milyon veya daha fazla köylü tutuklanmıştır.
“…Tundra ve Tayga bölgelerine götürüldüler. Okuma yazma oranının şehirlerde bile düşük olduğu bu zamanlarda köylünün yazması yok, dili yok. Şikâyet etmediler, hatıralar bırakmadılar. Sorgu yargıçlarına da uykusuz geceler geçirtmediler. Tutanak yazdırmadılar. Köy Sovyeti’ nin kararı her şeyi hallediyordu. Bu selin götürdüğünü, buzu erimeyen topraklar emdi, eritti. En uyanık kafalar bile hemen hemen hatırlayamaz onu bugün; sanki Rus vicdanını yaralamamış gibiydi. Oysa Stalin’in en korkunç cinayetidir.” (Soljenitsin: 1974:33).
İkinci periyod 1937-1938 yıllarında Volga’da gerçekleşmiştir. Bu süreçte ise devlette önemli mevkide olan kişiler, partide rol alan kişiler ve aydınlar tutuklanmıştır. 1937-38 dönemi için Soljenitsin “1937 - yaşanan acının Volga’sıdır.” der (Soljenitsin, 1974).
Üçüncü periyod ise 1944-1946 yıllarında gerçekleşmiştir. Bu süreçte devlet adamları, partide rol oynayanlar ve okumuşlar gibi bir sınırlandırılma yapılmamış, Sovyetler Birliği’nde yaşayan tüm milletlerden insanlar tutuklanmıştır.
Sovyetler Birliği’nde 1938 yılında 50 olan çalıştırma kampı sayısı, 1939 yılında 58’e,1940 yılında ise 70’e ulaşmıştır (Applebaum, 2008). Kampların bu kadar artmasının sebebi VTsİk’in (Tüm Rusya Merkezi Yönetim Komitesi) suçluların artık konvoy bulundurulmadan cezalarının çekmesini öngören bir kanun hükmündeki kararnamenin kabul edilmesidir.
1953 yılında Stalin döneminde GULAG kamplarındaki mahkûm sayısının azami miktarı; 2.760.000’dir. O dönemde Sovyetler Birliği’nin nüfusu 178.547.000 idi ancak bu NKVD (Rusya İçişleri Komitesi) verileridir. Gerçek verilerin ne kadar olduğu belli değildir (Khaırmukhanmedov: 2007: 163) .
Soljenitsin de ilk Akıntı olarak nitelendirdiği periyodda Stalin dönemindeki tutuklu sayısının on beş milyon olduğunu söylemiştir. NKVD (İç İşleri Halk Komiserliği) arşivlerindeki resmi kayıtlar ise bu rakamı dört milyon olarak gösterir. Ancak bu resmi kayıtların da kampa giren herkesi tek tek kayıt altına aldıkları anlamına gelmemektedir. Buna rağmen 4 milyon da küçümsenecek bir sayı asla değildir. Ve yine Soljenitsin “Gulag Takım Adaları” adlı eserinde Batı Almanya’da Hitler tarafından tutuklanan, öldürülen 86 bin insanın Rusya’da milyonun çeyreği olduğunu ifade eder. Zaten bugün Rusya’da kadın nüfus oranının erkek nüfus oranından çok fazla olması kampların somut bir örneğidir.
Yıllardır medyada olsun edebi eserlerde olsun Hitlerin toplama kamplarından söz eden pek çok yapıt bulunmaktadır. Stalin’in GULAG kampları ise Hitlerin kampından farklıdır. Bu kamplar çarpık bir sistemle inşa edilmiştir. Belki de bu zamana kadar Hitlerin toplama kampları kadar adı duyulmamasının bir sebebi de budur. Bir amaç doğrultusunda ortaya atılan kamplar Hitler gibi baştan hatalı bir sistemle kurulmamıştı. Stalin’in projelerinden bahseden ve kamplardaki yaşamları anlatan kişiler bile Stalin’in “çarpık” Hitlerin ise “gaddar” olduğunu söyler. Hitlere yaklaşım her zaman daha duygusal olmuş, Stalin’e yaklaşım ise daha ekonomik olmuştur. Hitlerin acımasızlığını ve diktatörlüğünü anlatan yüzlerce roman, film varken Stalin hakkında herhangi bir filmin dünya beğenileri arasında yer almamasının sebebi Rusya’daki toplama kamplarının ve Stalin’in projelerinin bir “katliam” “yok etme” olarak değil “ekonomik” işlev olarak ortaya çıkmasından ve duygusal olarak insanların dikkatini çekmemesinden kaynaklanmaktadır.
1920’li yıllardan sonra Sovyet Hükümeti sebep göstermeden ya da açıklama yapmadan insanları sokaklardan toplamıştır. Tutuklananlar direkt hapse ya da kamplara götürülmemiş, neden tutuklandıkları söylenmeden önce kaydedilmiş, fotoğrafları çekilmiş ve parmak izleri alınmıştır. Bu durum tutukluların neden tutuklandıklarını bilemedikleri ve onların kafasını karıştırmak amacıyla planlanan bir oyun olduğu düşüncesini yaratmıştır (Applebaum: 2008:121).
“Kızımla vedalaşmak istiyorum, bana git, arabaya bin diyorlar. Beni nereye götürdüklerini soruyorum, gidince öğreneceğimi söylüyorlar. Beni neyle suçladıklarını soruyorum, yanıt vermiyorlar.” (Tolstoy:2009:421) Aynı olay yüzyıl sonra GULAG kamplarında da görülmüştür. Aslında cezaevi sistemi fiilen değişmemiş ismen ve hacim olarak değişmiştir.
Tutuklanan insanların götürüldükleri sorgu odasını Soljenitsin romanında detaylı bir şekilde ele almıştır. Öyle ki sorgu odasının penceresinin bulunmadığını, odanın soğuk ve böceklerle dolu olduğunu ve buranın odadan ziyade kutuyu andırdığını söylemiştir. Bu odaya KPZ- veya DPZ denirdi. (KPZ veya DPZ- Sakınmalık Hapis Koğuşları veya Evleri. Cezanın çekildiği yer olmayıp ilk sorgu süresince kalınan yer.) Yine eserinde Soljenitsin bir başka cezaevinin sorgu odasında ise tutukluların ayakta durma hücresine götürüldüğünü iddia etmiştir (Soljenitsin: 1974: 102).
1937 yılı GULAG tarihinde bir dönüm noktasıdır. Çünkü bu yılda kamplarda insanların kazara öldüğü ve bağımsız olarak idare edilen cezaevlerinden, mahkûmların geçmiş yıllara oranla çok yüksek rakamlarda ölümüne çalıştırıldıkları ya da kasıtlı olarak öldürüldükleri ölümcül kamplara dönüşmüştür. Fiziksel dayak 1937’de kullanıma sokulmuştur ve 1939’da tekrar sona ermiştir. “Sovyet lider Nikita Kruşçev bunu 1956’da halk önünde şöyle itiraf etti: “Nasıl olur da bir insan işlemediği suçları itiraf eder? Sadece bir yoldan ki bu da onun üzerinde baskı yaratan fiziksel zorlama yöntemlerinin uygulanması, onun kendinden geçmesine sebep olacak işkencelere maruz kalması, yargılarından mahrum bırakarak, insanlık onurunun elinden alınmasıdır. Bu yoldan ‘itiraflar’ elde ediliyordu.”(Applebaum:2008:93).
Bu dönemde işkencenin kullanımı öyle yaygınlaşmıştır ki 1930’lu yılların başlarında Stalin NKVD müdürlerine bir yazı göndermiş ve 1937’den itibaren NKVD faaliyetleri kapsamında mahkûmlar üzerinde fiziksel baskı kullanımına Merkez Komitesi tarafından izin verildiğini doğrulamıştır. İznin kapsamını da şöyle açıklıyordu: “Sadece utanmadan komplocuları ele vermeyi reddeden, aylarca ifade vermeyen ve serbest olan komplocuların kimliğinin ortaya çıkmasını engelleyerek, insani sorgulama yöntemlerinden faydalanan açık seçik halk düşmanlarına mahsus olmak üzere. Bunun tamamen doğru ve insani bir yöntem olduğuna inanıyorum, diyerek devam etmiş, ancak bunun yine de zaman zaman yanlışlık eseri tutuklanmış dürüst insanlara uygulanmış olabileceğini kabul etmiştim.” Bu kötü nam salmış açıklama, doğal olarak Stalin’in sorgulama sırasında ne tür yöntemler kullanıldığından şahsen haberi olduğunu ve onları onayladığını belirgin hale getirir (Applebaum:2008: 140).
Sovyet cezaevleri Batıdaki cezaevlerinin çoğundan ve Çarlık cezaevlerinden daha acımasız ve farklıydı. Sovyet cezaevinin hayatı, bir sır olarak devam etmiştir. Günlük hapishane rejiminin bazı yönleri, sorgulama süreci, mahkûmları Gulag’a alıştırmak için kasıtlı olarak tasarlanmıştır. Genrih Yagoda Ağustos 1935’te siyasi mahkûmların tutuklanmaya başlandığı arttığı dönemde, bir tutuklamanın en önemli “amacının” (kelimenin normal anlamında bu tutuklamaların herhangi bir amacının olduğu söylenebilirse) gittikçe taşkınlaşan itiraf talebini doyurmak olduğunu gösteren bir talimat yayınladı. Yayınlanan bu talimatta sadece mahkûmların imtiyazlarını değil, aynı zamanda temel yaşam koşullarını da doğrudan davalarını soruşturan NKVD memurlarının ellerine teslim etmişti. Bir mahkûmun işbirliği yaptığı durumlarda (ki bu genellikle itiraf anlamına geliyordu) mektuplara, gıda paketlerine, gazete ve kitaplara, akrabalarla aylık görüşmelere ve günde bir saat egzersize izin verilirdi. Aksi halde, tüm bunlardan mahrum bırakılır ve gıda istihkakını da kaybederdi. Ancak 1942’den sonra GULAG’ın savaş zamanı üretimde rol oynamasıyla kampların koşulları tekrar ele alındı. Tutukluların egzersizlerden geri kalmamaları emredildi. Cezaevi yöneticileri cezaevlerinin özellikle bu amaç doğrultusunda kurulmuş bir alan bulundurmasını da garanti altına almak zorundaydı. Tek bir mahkûm dahi bu yürüyüşler sırasında hücrede kalmamalı, zayıf ve yaşlı mahkûmlara hücre arkadaşları yardım etmeliydi (Applebaum:2008:145,146).
Bu sıkı ve disiplinli bir şekilde yönetilen kamplarda mahkûmların birbirleriyle konuşmaları değil fısıldaşmalarına dahi asla izin verilmiyordu. Kamplarda adeta sessiz olma kuralı vardı. Kamp yönetimi tutukluların kendi aralarında bağ kurmalarını istemediklerinden gardiyanlar bir tutukluyu çağırdığında tutuklunun adıyla değil alfabeden bir harfle çağrılırdı. Örneğin, gardiyan G diye bağırırsa soyadı G ile başlayan tüm mahkûmlar ayağa kalkıp adlarını ve baba adlarını söylerlerdi. Ya da Soyadının baş harfi ve kaçıncı sıradaysa o yazılırdı. Örneğin; A.675. Mahkûmlar arasındaki ilişkilerin sınırlandırılmasında oldukça dikkatli davranan gardiyanlar, mahkûmları sorgulamak üzere bir hücreden başka bir hücreye götürürken parmaklarını şaklatır ya da anahtarlığı şıngırdatır böylelikle diğer mahkûmları da uyarmış olurlardı (Soljenitsin:2011; Applebaum: 2008: 150; Soljenitsin:1974:163).
Kamp yaşamında hücre içindeki mahkûmların birbirleriyle konuşma yasağı vardı. Mahkûmlar da buna bir çözüm bulmuşlardı. Kendi aralarında bir çeşit şifreler ile iletişim kuruyorlardı ancak cezası oldukça ağırdı. Eğer yakalanırlarsa hücreye atılırlardı. Yine de bunu umursamayan mahkûmlar oldukça fazlaydı. Ya da bazı mahkûmlara şifreyi okuması için rüşvet veriliyordu. Mahkûmlar arasındaki en gelişmiş şifreli yöntem Mors şifresiydi. Çarlık döneminde geliştirilen bu şifre Rus alfabesinin harflerinin altı harflik beş sıraya dizilmesiyle oluşturulmuştu. Her harf bir çift tıklamayla belirtiliyordu. İlki sırayı, ikincisi de sıradaki yerini gösteriyordu. Buna cezaevi alfabesi diyorlardı (Applebaum:2008: 155,156). Şifre şu şekildeydi:
A Б В Г Д Е (Ё)
Ж З И К Л М
Н O П Р С Т
У Ф Х Ц Ч Ш
Щ ъ ы Э Ю Я
1,1 1,2 1,3 1,4 1,5 1,6
2,1 2,2 2,3 2,4 2,5 2,6
3,1 3,2 3,3 3,4 3,5 3,6
4,1 4,2 4,3 4,4 4,5 4,6
5,1 5,2 5,3 5,4 5,5 5,6
Tabi bu durumun önüne geçmek için de gardiyanlar bazı mahkûm gruplarına iletişimi kesmek şartıyla daha fazla yiyecek veriyorlardı (Applebaum “Gulag” sf.153).
Soljenitsin’in “tutuklunun vücudunda iz bırakmadan irade kuvvetini yitiren ve ona kişiliğini kaybettiren” diye tanımladığı cezaevlerinde mahkûmlar üzerinde gardiyanlar tarafından uygulanan usullerin birkaçından bahsedelim;
Organlar, uykusundan yoksun kalan tutuklunun direnme gücünün azaldığını bildiğinden tutuklamaları, sorguları geceye bırakmıştır. Daha da yaygın olarak, basitçe uykudan mahrum bırakılıyorlardı. Bu aldatıcı görünüşlü basit işkence şekli, mahkûmlarca “taşıyıcı konmak” olarak adlandırılan bir tarzda ve günlerce hatta haftalarca sürebilirdi. Bu işkence türü gözle görülür hiçbir iz bırakmayan türdendi. Yöntem basitti: Mahkûmlar tüm gece sorgulanıyordu ve sonra gün boyu uyumaları yasaklanıyordu (Soljenitsin:1974:93).
Dostane bir tavırla yaklaşan yargıç, makbuzları uzatır ve imzalamazsa müebbet hapis cezasından bahseder. İmzalarsa da bir kurtuluş olan kamp hayatından bahseder (Soljenitsin:1974:97).
Sorgu esnasında sanığa çok kibar davranılır ve birden sanığın üstüne gidilir, tehdit edilir. Buna” psikolojik karşıtlığın darbesi” denir ve özellikle kadınlarda işe yaramışlardır (Soljenitsin:1974:98).
Sevdiklerinizin hepsini tutuklayacağız şeklinde korkutma vardır. Sorgu esnasında duvarın arkasından kadın çığlığı ve ağlaması duyulur. Ardından tutuklunun eşine benzeyen kadın, arkası dönük yürütülür ve aksi bir durumda kurşuna dizileceği söylenir (Soljenitsin:1974:100).
Ses oyunu: yorgun olan sanığa belli kelimeler verilir, uzağa oturtulur ve bağırarak söylemesi istenir. Daha sonra da mukavvadan yapılan borularla sanığın kulaklarına aynı anda “itiraf et” diye bağırılır ve sanıklardan bazıları sağır olur. (Soljenitsin:1974:101).
Sanık itiraf edene kadar gıdıklanır, delirir gibi olur (Soljenitsin:1974:101).
Sigara tutuklunun derisinde söndürülür (Soljenitsin:1974:101).
Tutuklunun odası beyazdır. Kuvvetli beyaz ışık verilir ve sanığın göz kapakları iltihaplanır (Soljenitsin:1974:101).
Soljenitsin, hapishane hayatının boksla başladığını söyler. Tutuklu bazen karanlık bir odada bazen de bir oyukta tutulur. Bokslar yetmediğinde koridordaki tabureye yaslanmamak, uyumamak, kalmak ve düşmek yasağıyla oturtulurdu. Bazen de yüksek bir iskemleye oturtulan tutuklu, ayakları yere değmediğinden 8-10 saat içinde uyuşurdu (Soljenitsin:1974:102).
Tutuklu bir çukura atılır ve çukur, tutuklunun birkaç günlüğüne hücresi ve tuvaleti olurdu. 300 gram ekmek ile yalnız bırakılırdı (Soljenitsin:1974:103).
Sorguya çekilen yargıcın odasında tutukluya, ayaklar kalçaya değmeden, beli bükülmeden, dimdik diz üzerinde durmaları emredilirdi. Bu 24 veya 48 saat sürerdi (Soljenitsin:1974:103).
Sorgu süresince ayakta tutmak oldukça yıpratıcı bir yöntemdi. Uyuyakalan veya dengesini kaybeden tutukluyu gardiyan dürterdi. Bazen 24 saat yeterli görünürdü. (Soljenitsin:1974:103).
İş kolbaşısı sabah beşte odaya geldiğinde herkes uyanmak, kıyafetlerini giymek zorundaydı. Çok az bir süre farkıyla uyananlar hücre cezasına çarptırılırdı ki hücre cezası en kötü olanıydı (Soljenitsin:2011:9).
Mahkûmlar şapkasında, ceketinde, kolunda adlarını işlevini gören numaraları taşımak zorundaydı. Numarası eskiyen, boya gerektiren mahkûmlar bunu yerine getirmezse cezalandırılırdı (Soljenitsin:2011:9).
Tutuklu gardiyanı gördüğünde şapkasını çıkarmak zorundaydı bunu yapmazsa gardiyanlar tarafından çeşitli cezalara ve işkencelere tutulurdu (Soljenitsin:2011:18).
Tutuklular demir karyolalarında elleri battaniye üzerinde uyurlardı. Tutuklunun elleri battaniye üzerinde bulundurması emredilirdi. Bunda amaç ise verilen cezadan kaçıp kendi kendini öldürme girişiminde bulunmasını engellemekti. Ancak kontrol için yapılan denemelerde mahkûmların kışın ellerini ısıtmak için istediği anlaşılınca, bu tedbir yerleşerek talimata alınmıştı (Soljenitsin:1974:67).
Boğazdan tuzlu su verilerek bağırsakları temizlenen tutuklular bir gün su verilmeden bokslara kapatılırlardı. Soljenitsin’in dediklerine göre bir başka iddia ise sırt derisi rendelenir ve üzerine neft yağı sürülürmüş (Soljenitsin:1974:115).
Tırnak altına iğne batırılırdı (Soljenitsin:1974:115).
Tutuklu belden aşağısı çıplak olma şartıyla soyulur ve cinsel organına darbe uygulanırdı. Bu darbe genelde kadın erkek ayrımı gözetmeksizin, gardiyanların ayaklarıyla ezmeleri şeklindeydi (Soljenitsin:1974:116).
Gardiyanlar bununla da kalmamışlardır. Bazı cezalar keyfi veriliyordu. Örneğin; toplu ranzalar sıradan bir bankla değiştirilebiliyordu (Applebaum:2008:244).
Kamplarda tutukluların da birkaç hakkı vardı:
Mahkûmlar sadece ameliyatlık ise ya da ölümcül bir hastalığa yakalandıysa revirlerde yatabiliyorlardı. Günde sadece iki kişiye dinlenme izni verilebilirdi. Hatta doktorlar hasta mahkûmlara hastalığın en iyi ilacının çalışmak olduğunu söyleyerek mahkûmlara çit yapmak, bahçe yolu açmak, toprak taşımak, kar küremek gibi işleri yaptırırlardı (Soljenitsin:2011:21).
“…Doktora çağrıldığın zaman sevinmezsin. Makine kayıtsızlığıyla karşılanırsın; doktorun gözünde senin hesabına endişe göremeyeceğin gibi, basit ilgiye de yer verilmemişti. “Şikâyetiniz nedir sizin” diye sormaz, hem kelime çok hem de cümleyi edasız söylemek zor, onun için kestirir: “şikâyetler?” der. Fazla uzatırsan sözünü keser, durum onsuz da belli. Diş mi? Çekeriz. Arsenik de olur. “Bizde tedavi yapılmaz” derler. (çünkü o zaman doktora çıkan hasta adedi çoğalacağı için, adeta bir insanlık havası esecektir.)” (Soljenitsin:1974:181).
Mahkûmlar gardiyanlar tarafından dayak yediklerinde, doktorlar mahkûmları tedavi ederek “nabız normal” derlerdi ve böylece dayağa devam edilebilirdi. Ölen mahkûmlar için ise dayaktan öldü diye rapor yazılmazdı onun yerine “karaciğer sirozu” ya da “ kalp enfarktüsünden” öldü diye rapor yazarlardı. Çünkü vicdanlı bir doktor burada barınamazdı (Soljenitsin:1974:182).
Mahkûmların dilekçe ile başvurma hakkı vardı. Ayda 2 kere gardiyanlar mahkûmlara dilekçe yazma hakkı verirdi. İsteyen mahkûmların adı not edilir ve bir hücreye kapatılırdı. Hücrede istediğini yazan mahkûmların dilekçeleri aslında hiç kimse tarafından okunmazdı (Soljenitsin:1974:182).
Mahkûmlar gardiyanların izni ile tuvalete götürülürdü. Kimin tuvalette olduğu da kaydedilirdi (Soljenitsin:1974:180). Sıraya giren mahkûmlara 10 dakika izin verilirdi. Bu iznin içinde tuvalet ihtiyacını gidermek, giysilerini yıkamak vardı (Applebaum:2008:151).
Mahkûmlara haftada bir kitap okuma izni de verilirdi (Applebaum:2008:151).
“... Nihayet kitaplar geldi ve bundan sonraki on günün programı belli oldu: daha fazla okumaya mı vereceğiz kendimizi veya kitapların kalitesizliği karşısında, konuşmalara mı? Koğuşlarda adam başına bir kitap hesabıyla hareket ederler ekmek dağıtıcısının hesabı, kütüphane memurununki değil. Bir kişiye bir kitap, altı kişiye altı kitap. Kalabalık koğuşlar kazançlıdır.” (Soljenitsin:1974:187).